Gayrimenkul Sektörü 2020 1.Çeyrek Raporu

Welcome to interactive presentation, created with Publuu. Enjoy the reading!

GYODER

GÖSTERGE

GÖSTERGE

Türkiye Gayrimenkul Sektörü 2020

1.Çeyrek Raporu - Sayı:20

GYODER GÖSTERGE, TÜRKİYE GAYRİMENKUL SEKTÖRÜ 2020 1.ÇEYREK RAPORU

Sayı:20, 18 Mayıs 2020

YAYIN KOORDİNASYONU

Neşecan Çekici, GYODER Yönetim Kurulu Başkan Yardımcısı

Prof. Dr. Ali Hepşen, Eğitim, Yayınlar ve Bilgi Üretimi Komitesi Başkanı

Dr. Murat Berberoğlu, GYODER Genel Sekreteri

İÇERİK SAĞLAYAN KURUMLAR

Alışveriş Merkezi Yatırımcıları Derneği

Cushman & Wakefield

Dalfin Finansal ve Kurumsal Çözümler

Endeksa

Epos Gayrimenkul Danışmanlık ve Değerleme

EVA Gayrimenkul Değerleme ve Danışmanlık

Garanti Mortgage BBVA

İTÜ Çevre ve Şehircilik UYG-Ar Merkezi

JLL Türkiye

Kamuyu Aydınlatma Platformu

Merkezi Kayıt Kuruluşu

Özyeğin Üniversitesi

REIDIN

Servotel Corporation

SMR STRATEGY Strateji, Yönetim, Araştırma

TSKB Gayrimenkul Değerleme

YAYIN DANIŞMANI

Prof. Dr. Ali Hepşen, İstanbul Üniversitesi İşletme Fak. Finans Anabilim Dalı Öğr. Üyesi

EDİTÖR

Damla Salman

KURUMSAL İLETİŞİM VE VERİ KOORDİNASYONU

Sinem Tekin, GYODER Kurumsal İletişim Koordinatörü

GRAFİK TASARIM

Mint Creative House

Bu bir

yayınıdır.

YAYIN SPONSORU

Yasal Uyarı: GYODER Gösterge Raporu, gayrimenkul sektörüyle ilgili tüm kesimleri bilgilendirmek amacıyla hazırlanmıştır. Tüm veriler, GYODER Eğitim, Yayınlar ve Bilgi Üretimi

Komitesi tarafından güvenilir olduğuna inanılan kaynaklardan alınmıştır. Burada yer alan fiyatlar, veriler ve bilgilerin tam ve doğru olduğu garanti edilemez. Rapor, herhangi bir

yatırım kararı için temel oluşturma amacı taşımaz. Bu kaynakların kullanılması nedeni ile ortaya çıkabilecek hatalardan GYODER ve rapora katkı sağlayan kurumlar sorumlu

değildir. Rapor içeriği, haber verilmeksizin değiştirilebilir.

Kaynak gösterilmeden alıntı yapılamaz.

Tüm hakları saklıdır. 2020

SUNUŞ VE

DEĞERLENDiRME

Sunuş ve Değerlendirme

2018 yılında yaşadığımız kur dalgalanması ve buna bağlı

gelişmeler karşısında başta ekonomik anlamda alınan YEP

kararları ardından yapılan düzenlemeler ile dengelenme 2019

yılında önemli ölçüde sağlanmış görünmekteydi. Yıllık GSYH,

zincirlenmiş hacim endeksi olarak, 2019 yılında bir önceki yıla

göre yüzde 0,9 artmıştır. Ancak sektörel bazda bakıldığında,

finans ve sigorta faaliyetleri toplam katma değeri yüzde

7,4, kamu yönetimi, eğitim, insan sağlığı ve sosyal hizmet

faaliyetleri yüzde 4,6, diğer hizmet faaliyetleri yüzde 3,7 ve

tarım sektörü yüzde 3,3 artarken, inşaat sektörü yüzde 8,6,

mesleki, idari ve destek hizmet faaliyetleri ise yüzde 1,8

azalmıştır. İnşaat sektöründe görülen bu sert düşüş 2018

yılından itibaren kendisini gösteren talep eksikliği, maliyet

artışı ve yüklenicilerin yaşadığı nakit akış sorunlarından

kaynaklanmış görülmektedir.

İnşaat sektörü cari fiyatlar ile 2019 yılında GSYH içinde

yüzde 5,4 bir paya sahip olurken gayrimenkul sektörü yüzde

6,7 oranında paya sahip olmuştur. İki sektör GSYH’nın

yüzde 12,1 oranında bir büyüklüğe ulaşmışlardır. 2020

yılının ilk çeyreği GSYH sonuçları henüz açıklanmamasına

rağmen sektördeki genel eğilimin anlaşılması açısından

satış rakamları incelendiğinde daha pozitif bir sonuç olacağı

öngörülmektedir.

İnşaat ve Gayrimenkul sektörü 2019 yılının sonunda

yakaladığı ivmeyi 2020 yılını ilk üç aylık diliminde de

sürdürmüş görünmektedir. 2019 yılı ilk çeyreği ile 2020 yılının

aynı dönemi incelendiğinde toplam konut satışlarında yüzde

3,4 oranında artış yaşanmıştır. Söz konusu dönemde ikinci

el satışlarda görülen yüzde 119 düzendeki artış pazarda yer

alan konutların talep gördüğünü işaret etmektedir. Öte yandan

arz da kendisini şartlara göre ayarlamaya devam etmiş

görünmektedir. 2019 yılı birinci çeyreği ile 2020 yılı birinci

çeyreği arasında yapı ruhsat sayısında yüzde 23,4 düzeyinde

gerileme gerçekleşmiştir. Diğer yandan gerek sektör gerek

ekonomi açısından dikkatle izlenmesi gereken önemli bir

noktada ipotekli satışlarda yaşanan gelişmedir. Aynı dönem

İnşaat ve Gayrimenkul

Sektörüne Bakış

itibarıyla ipotekli konut satışları yüzde 90 düzeyinde artış

kaydetmiştir. Bu süreç içerisinde faizlerde yaşanan düşüş

ve bunun kredi maliyetlerine etkisi ipotekli satışları oldukça

olumlu etkilemiş görünmektedir.

Sektör bileşenleri ile birlikte makro ve mikro ekonomik

şartlardan oldukça etkilenmekte olup, meydana gelecek

değişikliklerin de en fazla hissedildiği iş kollarından birisidir.

Bu nedenle ‘duyarlılığı’ ve ‘eğilimleri’ anlamak için gerek

küresel gerekse de ülkemize ait makroekonomik gelişmelerin

analiz edilmesi önemlidir. Bu bağlamda Aralık ayında Çin’de

başlayan COVID-19 salgını küresel ekonomiyi olumsuz yönde

etkilemeye başlamıştır. Ardından oldukça hızlı bir yayılım ile

tüm dünyayı etkilemiştir. Günlük hayatta yaşanan önemli

kısıtlar her sektörde olduğu gibi inşaat ve gayrimenkul sektörü

üzerinde de sınırlayıcı bir etki yaratmıştır. Salgının toplumsal

hayat, tüketici tercihleri ve diğer ekonomik değişkenler

üzerinde yaratacağı etkiler önümüzdeki dönemde ekonomik

hayatta belirleyici olacaktır.

İnşaat ve Gayrimenkul sektörü de dünyadaki bu değişimlere

bağlı olarak kendisine yol çizmek durumundadır. İnşaat

sektörü değişkenlerini çok dikkatli bir biçimde ve belli bir

vadede analiz edilmesi gerekliliği açıktır. Bu nedenle piyasanın

dinamikleri ve beklentilerinde analizler içinde düşünülmesi

gerekmektedir.

Tüm varlık fiyatlarında olduğu gibi konut fiyatları üzerinde ilk

etki, arz ve talepteki değişime bağlı olarak şekillenmektedir.

Konut fiyatlarında talebin değişimi ve yapısı arzı doğrudan

etkilemekte olup inşaat sektöründe arz değişimi talebe göre

biraz daha yavaş gerçekleşmektedir. Ancak 2001 yılından

bu yana baktığımızda gerek iç gerekse de dış pek çok şoku

yaşayan konut sektörü aktörleri oldukça elastik bir yapı

sergileyerek içinde bulunulan şartlara uyum sağlamaktadır.

İnşaat şirketlerinin giderek kurumsallaşıp, daha etkin bir

finansman yönetimi yapmaları, talep sahiplerinin taleplerinde

daha rasyonel davranmaları giderek konut ve inşaat

piyasasının etkinliğini artırmaktadır.

Konut açısından baktığımızda doğal olarak (demografik

etkenlerden kaynaklı) 750 bin adet civarında bir talep

devam etmektedir. Ancak alıcılar, beklentiler doğrultusunda

Sunuş ve Değerlendirme

alımı erteleyebildikleri gibi konjonktüre bağlı olarak da bazı

durumlarda ertelenen taleple birlikte daha kuvvetli bir talep

gösterebilmektedirler. 2008 dünya krizinden sonra kısa

bir duraksama yaşayan inşaat ve gayrimenkul sektörü,

2009 yılından 2014 yılına kadar çok daha kuvvetli bir talep

ile karşılaşmıştır. 2018 Ağustos kur şoku ve ardından

yaşadığımız faiz şoku doğal talebi olumsuz etkileyerek

sektörde duraksamaya yol açmıştır. Ancak 2019 sonu

itibarıyla talep ve beklenti faizlerdeki düşüşe ve ekonomik

şartlara bağlı olarak normalleşmeye başlamıştı.

Türk inşaat ve konut sektörü büyüyen Türkiye’nin lokomotif

sektörlerinden biri olmaya devam edecektir. Demografik

ve ekonomik gelişmeler göz önüne alınıp dünya ile

kıyaslandığında sektörün daha çok potansiyel içerdiği

görülecektir. Dolayısı ile gerek ülkemiz ile ilgili gerekse

sektörle ilgili istikrar ve dinamik yapı devam ettikçe orta

vadede eğilim büyüme yönünde olacaktır.

İnşaat ve Gayrimenkul sektörünün öngörülebilir bir şekilde

belli bir eğilimde büyümesi hem ekonominin geneli hem de

sektör için hayatiyet arz etmektedir. Bu bağlamda hem yasal

hem de kurumsal düzenlemelere ihtiyaç duyduğu bir gerçektir.

Söz konusu amaçla;

Gayrimenkul ve buna bağlı haklar ile ilgili tüm istatistiklerin

tutulup analiz edileceği ve raporlama yapabilecek analiz-veri

merkezi kurulması gerekliliği ön plana çıkmıştır. Taşınmaz

varlık yatırımları ve piyasanın daha iyi analiz edilebilmesi için

daha şeffaf ve detaylı veriye ihtiyaç duyulmaktadır. Bu yapıya

kamu ile meslek örgütleri ve/veya akademik çevrelerinde

katılımıyla oluşturulabilecek özerk bir yapılanma ile katkı

sağlanabilir.

Gayrimenkule dayalı finansal ürünler için alt yapının

tamamlanması ve ürün çeşitlendirilmesi için gerekli mevzuat

düzenlemelerinin yapılması yerinde olacaktır. Ayrıca BIST

bünyesinde gayrimenkule dayalı menkul kıymetler ve haklar

pazarının açılması bu konuda ihtiyaç duyulan ikincil pazarın

da gelişmesini sağlayacaktır.

İnşaat ve Gayrimenkul Sektörü

İle İlgili Öneriler

Bu amaçla yurt dışında örneği olan bir kurumun, ipotek

sistemleri ile menkul kıymetleştirme yapabileceği ve düşük

gelir sahiplerine uzun vadeli düşük faizli kredi sağlayabileceği

bir alt yapının oluşturulması yerinde olacaktır. Aynı zamanda

gayrimenkule dayalı hakların menkul kıymetleştirilerek bu

konuda uzmanlaşması ve piyasa yapıcısı durumuna gelmesi

de ekonomimiz için önemli bir kazanım olacaktır.

Hem ülke ekonomisinin hem de sektör ve tüketicilerin uzun

vadeli ipoteğe dayalı menkul kıymet çıkarıp gerçek anlamda

mortgage kredisi verecek ve piyasa yapıcı özelliği ile de

menkul kıymet ihracında bulunacak bir bankaya (Freddie Mac

veya Fannie Mae gibi) ihtiyaç bulunmaktadır.

Halen çalışmaları devam eden imar yönetmeliklerinde

nüfus yoğunluğu, alt yapı durumu, deprem, salgın ve diğer

doğal afetler gibi durumlara ve şehirleşme planlarına göre

düzenlemelerin yapılarak kentsel dönüşümün bu yönde

hızlandırılması için il bazında özel teşviklerin verilmesi,

Altyapı Gayrimenkul Yatırım Ortaklıklarının kurulması ve

bununla ilgili Belediyelere özendirici teşvikler verilmesi, tarım

altyapı gyo’ların hayata geçirilmesi,

Belediyeler tarafından en az yüzde yetmiş tamamlama

belgesi verilmiş ancak iskân alınamamış (yüklenicinin mali

olarak zor duruma düşmesi veya sair nedenlerden ötürü)

binalar için iskân şartlarını yerine getirmek kaydıyla tapu ve

diğer harçlarda indirim yapılarak kat maliklerince ödenmesi

kolaylığının sağlanması,

Yabancıya

yapılan

konut

satışlarının

ihracat

gibi

nitelendirilmesi,

Orta ve orta alt gelir grubuna ait konut ihtiyacını karşılamak

amacıyla bu konuya özel kooperatiflerin (veya sandıkların)

kurulması,

İlk konutunu alanlara vergi avantajlarının sağlanması,

olarak özetlenebilir.

Saygılarımızla,

GYODER Eğitim, Yayınlar ve Bilgi Üretimi Komitesi

UZMAN GÖZÜNDEN

Uzman Gözünden

Covid-19 Sürecinde ve Sonrasında

Dünya ve Türkiye Ekonomisi

Giderek şiddetlenen iklim problemleri, COVID-19 salgını

ve onu takip eden ekonomik durgunluk. Artık salgınları

ya da benzer felaketleri “siyah kuğu” olarak görmememiz

gereken bir döneme giriyoruz.

COVID-19 sürecini ve sonrasını daha iyi değerlendirmek

için analize 2019 senesinden başlamak gerekiyor.

Finans piyasalarının şiştiği, tarihsel olarak en düşük

seviyelerde seyreden faizlere rağmen yavaşlayan

bir küresel büyüme ile 2020 yılına girdik. 2019’da

gerçekleşen yüzde 2,9’luk bir büyüme durgunluk sınırı

olan yüzde 2,5’un sadece biraz üstünde. Ana ticaret

ortağımız Avrupa Birliği küresel krizden sonra en düşük

büyümesini 2019’da yaşadı. Özetle, dünya ekonomisi

giderek daha kırılganlaşan bir halde bu salgına

yakalandı. Tersi de beklenemezdi zaten: 2008 küresel

finans krizinden sonra ortaya saçılan paraların yapısal

problemleri çözmek bir yana daha da derinleştirdiği

bir ortam vardı. Türkiye de bunun dışında kalamadı.

Bugün çözmemiz gereken temel problem olan şirket ve

hane halkı borçlarının en sert yükseldiği dönem küresel

finansal krizden sonraki dönemdi.

Özetle, COVID-19 krizi öncesinde hane halkı ve şirket

borçlarının zaten çok yüksek olduğu ve egemen

sistemin tıkandığı bir dönemden geçtiğimizi söylemek

mümkün. Bunun önemli bir sebebinin de ücretlerin

milli gelir içindeki payının giderek düşmesi olduğunu

COVID-19: Diablo ile Tanışın

COVID-19 krizi tam bu zamanda ve bu sorunları içinden

çıkılmaz hale getirecek şekilde geldi. Dünya ekonomisi,

bilgisayar oyunlarında oyuna adını veren esas canavar

ile karşılaşmadan önce çok az canı kalan oyuncu

gibiydi. Karşımızda da esaslı bir canavar vardı. Bu

dönemi, daha önceki salgınlara neden olan virüslerden

çok daha hızlı yayılarak üretimin ana faktörü olan insanı

üretim sürecinden uzaklaştıran iki katmanlı bir arz şoku

olarak tanımlayabiliriz. İlk etapta insanların sağlığa

kavuşmasını sağlamalı, daha sonra da ortaya çıkan

iktisadi maliyeti bölüşmeliyiz. Ama bu yazıldığı kadar

kolay da değil çünkü daha krizin ilk safhasının ne kadar

süreceğini bilemiyoruz. Ortada çok farklı kriz ve krizden

çıkış senaryolarının dolaşmasının sebebi de bu. Emin

olduğumuz nokta ise bu krizin 12 yıl öncekinden daha

keskin olacağı. Goldman Sachs, JP Morgan, Morgan

Stanley ABD GSYH’sinin ilk çeyrekte yıllıklandırılmış

söyleyebiliriz. İnsanlar artan verimlilikleriyle daha fazla

üretiyorlar ama bu üretilen mal ve hizmeti tüketecek

gelirleri ücretleriyle sağlayamıyorlar. Bu yüzden de

derinleşen finans piyasaları hane halkı ve şirketlere

tüketimlerini devam ettirmeleri için daha fazla kaynak

sunup ilerideki bir borç krizini körüklüyorlar. Bir sonraki

küresel krizin bir borç krizi olarak tarihe geçeceği açık.

Uzman Gözünden

Krize İlk Tepkiler

Gelişmiş Ülkeler vs Gelişmekte Olan

Ülkeler

Karar alıcıların ilk hatası bu Korona krizini en başta

bir talep krizi olarak algılamasıydı. ABD Merkez

Bankası FED’in bir Pazar günü faizleri düşürmesi bu

yüzden. Talep krizinde insanların ya da şirketlerin

belirsizlikten dolayı erteledikleri harcama ve yatırımları

kamu harcamaları ya da yatırımları ile telafi edersiniz.

Ya da genişleyici maliye ve para politikasıyla özel

tüketim ve şirket yatırımların yeniden hız kazanmasını

hedeflersiniz. Oysa COVID-19 herşeyden önce bir

arz şoku. İki kelimeyle: Üretim durma noktasına geldi.

Daha da ötesi, krizden çok olumsuz etkilenen insanlara

ve şirketlere “al bu parayı git harca” diyemiyorsunuz

çünkü insanların dışarı çıkmaması lazım. Eğer halk

sağlığı her şeyin önündeyse, ki öyle olmalı, o zaman bu

insanların harcamak için dışarı çıkmamaları gerekiyor.

Şunu da belirtmek gerekir ki gelişmekte olan ülkeler

iktisadi etkileri daha görmeye başlamadı. Gelişmekte

olan ülkelerde özel sektörün önemli bir bölümünü

finansmana erişimi ve özkaynakları sınırlı olan şirketler

oluşturuyor. O yüzden iflas risklerinin çok yükseldiği bir

dönem yaşıyoruz. Öte yandan bu krizin en günahsızı

olan çalışanların işsiz kalma olasılıkları arttı. Bu hem

yazının en başında bahsettiğimiz düşük olan ücretleri

daha da baskılayacak, hem de ekonominin toparlanması

için gerekli olan talebin canlanmasını engelleyecek.

Kuşkusuz bütün bu olumsuz etkilerin azaltılması çok

kapsamlı ve genişleyici bir maliye politikasını gerektiriyor.

Peki bunun için gerekli mali alan var mı? Gelişmiş

ülkelerin böyle bir lüksü var: Bu ülkelerde politika

yapıcılar şirketleri kurtarıp hane halklarına para transferi

yapacak büyüklükte bir kamu harcaması ve bunun

sonucu olarak da bütçe açığı yaratabilirler. Daha sonra

bazda yüzde 6, ikinci çeyrekte de yüzde 24 düşmesini

bekliyor. ABD Hazine Bakanı Mnuchin işsizliğin

yüzde 20 üzerine çıkabileceğini söyledi ki, bu küresel

ekonomik krizin iki katı bir işsizlik oranı. Roubini’nin bu

krizin “V” değil de “I” şeklinde olabileceğini söylemesi de

bu yüzden. İşin özeti şu: 1930’lardan beri dünya küresel

ticaretin durduğu, emtia fiyatlarının dibe vurduğu, iflas

risklerinin ve işsizlik beklentilerinin tepe noktasına

ulaştığı bir dönem yaşamamıştı.

Yani şu anda uygulamaya konulan yardım paketleri

toplumun uğrayacağı zararları telafi etme amaçlı.

Krizden çıkmanın iki aşaması var: İlki, etkili sağlık

önlemleri alarak insanların üretime ve tüketime yeniden

katılmasını sağlamak. Ekonomi politikalarının tasarımı

ancak ikinci aşamada önemli.

Uzman Gözünden

COVID-19 sonrası nasıl bir dönem

bekliyor?

COVID-19 sonrası nasıl bir ekonomik görünümün

bizi beklediğini doğru değerlendirmek için 2019 sonu

itibarıyla reel sektörün görünümüne bakmak önemli.

Takipteki kredi hacminde COVID-19 krizi öncesinde de

önemli artışlar görüyorduk. Örneğin, KOBİ niteliğindeki

da bu açığı parasal genişleme ile finanse edip ortaya

çıkması muhtemel bir enflasyonu da orta/uzun dönemde

azaltacak politikaları uygulayabilirler.

Gelişmekte olan ülkeler ise o kadar şanslı değil.

Maalesef bu ülkelere Türkiye de dahil. Çok basit bir

sebepten dolayı: kamu ve özel sektör borcunun hissedilir

bir oranı yabancı para cinsinden. Dolayısıyla gelişmekte

olan ülkelerin izleyecekleri genişleyici bir politika

yabancı para cinsinden olan borçların ödenmesini ya da

çevrilmesini kolaylaştırmaz, tam tersine zorlaştırır. Bu

ülkelerde artan kamu borcu ve yüksek bütçe açığı ülke

risk primini de arttırarak bu ülkenin para birimi üzerinde

bir baskı oluşturacaktır. Son dönemde ülke risk primini

iyi yansıttığını düşündüğümüz CDS primlerindeki artışın

ve özellikle kısa vadeli dış borç ya da tasarruf açığı

yönünden kırılgan ülkelerin para birimlerinin değer

kaybetmesinin temel nedeni de bu. Bu bulgular da

bize gelişmekte olan ülkelerin izleyecekleri ekonomi

politikalarının dış kaynak sorununa çözüm üretmesi

gerektiğini

hatırlatıyor.

Özellikle

merkez

bankası

rezervleri kısa vadede oluşabilecek bir ödemeler

dengesi problemini bertaraf edecek kadar güçlü değilse

bu dış kaynak problemi çözüm bulmanız gereken birinci

sorun olarak karşımıza geliyor. Bu süreçte IMF’nin ve

A.B.D. Merkez Bankası FED’in gelişmekte olan ülkelerin

bu süreçteki dış kaynak sorunlarına yönelik hızlı ve

kapsayıcı hareket ettiğini iddia etmek zor.

10

1 2 3 4 5 6 7 8 9 10 11 12 13 14 15 16 17 18 19 20 21 22 23 24 25 26 27 28 29 30 31 32 33 34 35 36 37 38 39 40 41 42 43 44 45 46 47 48 49 50 51 52 53 54 55 56 57 58 59 60 61 62 63 64 65 66 67 68 69 70 71 72 73 74 75 76

Made with Publuu - flipbook maker